Siyasî hâdiseler sebebiyle Ukrayna bölünmenin eşiğinde. Bundan da en çok halkının ekserisi Rus olan Kırım'ın tesir göreceği açıktır. Kırım'ın istiklâli ve sonra da Rusya'ya bağlanması; hatta tekrar Türkiye'ye iadesi konuşulmaktadır.
VIII. asırdan beri Hazar, Kuman ve Moğol hâkimiyetinde yaşamış bir Türk yurdu olan bugünki Güney Ukrayna, Cengiz Han'ın oğlu Cuci'nin payına düşmüştü. Burada kurulan Altınordu Devleti'nin Emir Timur tarafından yıkılması üzerine, taht kavgalarına karışan prens ve beylerin sığınağı Kırım yarımadası olmuştur. XIII. asırda Müslümanlığın girdiği yarımadanın sâkinleri, Türk ırkının Kıpçak kolundan Tatarlardır. Cuci soyundan Hacı Giray, 1441'de Kırım'a gelerek bir hanlık kurdu. Kaybedilen Altınordu tahtını tekrar ele geçirmeyi ideal edindi. Ölünce oğulları birbirine düştü. İstanbul'un desteklediği Mengli Giray, han oldu; kızı Hafsa, geleceğin Yavuz Sultan Selim'i ile evlendi.
Altınordu toprakları birer birer Rusların eline düşünce; Kırım için İstanbul'a bağlanmaktan başka çare kalmamıştı. Sultan Fatih zamanındaki Kırım Hanı, Osmanlı Devleti'ni metbu tanıdı. Hanlığın statüsü, 1 Haziran 1475 tarihinde bir anlaşmayla tanzim olundu. Ülkede taht kavgaları son buldu. Osmanlı saray teşrifatı, bürokrasi gelenekleri, ilmiye ve kazâ teşkilâtı benimsendi. Göçebe hayat tedricen terk edildi.
Kırım'ın başında Cengiz Han soyundan eski Altınordu hânedanına mensup bir han bulunurdu. Hanlık ailesi erkeklerine giray denir. Han, önceleri mirza denilen Kırım asilzâdeleri ile seyyidlerin katıldığı bir meclis tarafından ittifakla ile seçilip, İstanbul tarafından tayin olunurdu. Kırım, ulus denilen beyliklere ayrılmıştı. Her ulusun başında bir mirza bulunurdu. Hanlık memurları ulus topraklarına müdahale edemezdi. Harb esnasında her mirza kendi askerleri ile hanlık ordusuna katılırdı.
XVII. asırdan itibaren hanların seçim, tayin ve azilleri İstanbul tarafından yapılmaya başlanmıştır. XVII. asır ortalarında Koçi Bey'in Tatar Hanları hakkında padişaha verdiği mütâlaa dikkat çekicidir: "Han ölüp yeri boşalınca, mübarek katınıza hangisi önce yüz sürerse o han yapılır. Pek lüzum olmadıkça bunları değiştirmemek lâzımdır. Kırım, beter ve yaban memlekettir. Urus, Moskof ve Leh komşudur. Kâfir ağzıdır. Serhad beklerler. Başka ellerinden iş gelmez. Bazen zararları da görülür. Lütuf buyurmalıdır." Hutbede padişahtan sonra hanın adı zikredilir ve nâmına sikke kesilirdi. Divanları ve maiyeti vardır. Başka ülkelerle elçi teâti edebilir. Protokolde sadrâzam ile eşit seviyededir. Kırım Hanı Gâzi Giray, çok kudretli bir şairdi.
Kırım'ın merkezi Kırkyer, sonraları Bahçesaray olmuştur. Hanlığın Azak yarımadasına bakan stratejik kısmı, Kefe Sancağı ise doğrudan İstanbul'a bağlanarak bir nevi kontrol merkezi vazifesi görürdü. Kırım'ın etrafı deniz olmasına rağmen ne donanması, ne de piyade ordusu vardı. Osmanlı ordusuna gerektiğinde yüz bin atlı asker çıkarırdı. Osmanlı hâkimiyetinden sonra da güçlü süvari ordusu ile Doğu Avrupa'nın en büyük devletlerinden birisi olarak Ukrayna ve Kuzey Kafkasya'yı elinde tuttu. Polonya ve Rusya üzerinde de vergi alarak nüfuz kurdu. Zaman zaman Moskova'ya baskınlar yaptı. Polonya Kralı ve Rus Çarı ile eşit seviyede diplomatik münasebet yürüttü. Ukrayna Kazakları ve bir ara Kiev ve Moskova prensleri Kırım Hanı'na tâbi idi. Bunlar diplomatik olarak Osmanlı Sultanı'nın değil, Kırım Hanı'nın muhatabıydı. İstanbul, çarı ancak 1739 tarihindeki Belgrad Anlaşması ile muhatap almaya başladı.
Kendisine en ileri seviyede otonomi tanınan Kırım Hanlığı'nın statüsü, XVII. asır başlarından itibaren değişmeye başladı. Neredeyse sıradan bir eyâlet; han da bu eyâletin vâlisi hâline geldi ve 3 tuğlu vezir rütbesine indirildi. Bunda şüphesiz Rusya'nın büyümesinden çekinen İstanbul'un merkeziyetçi endişelerinin büyük payı vardı. Ancak bir fayda sağlamak şöyle dursun; hanedanın gücünü ve merkeze bağlılığını kaybetmesine, sonra da Kırım'ın elden çıkmasına yol açtı. 1683 tarihli Viyana Kuşatması'nda, sadrazam divanında tahkir edilen Murad Giray, intikam maksadıyla askerlerini geri çekip mağlubiyete sebep olunca, vazifeden alındı. Bununla beraber yerine geçen Selim Giray, Osmanlı ordusunun bozulmasından istifade edip İstanbul'a yürüyen koca bir Avusturya ordusunu Kosova'da yenerek büyük bir hizmette bulundu. Ama Kırım ile İstanbul'un arası bir kere bozulmuştu. Bundan Moskova istifade edecekti.
Osmanlı, Almanya ve Rusya devletleri arasında denge unsuru olan Lehistan'ın Ruslar tarafından işgali üzerine 1768'de çıkan savaşta, Osmanlı orduları yenilince, Rusya istediği fırsatı yakalamış oldu ve 1771'de Kırım'a girdi. Rusların, istiklâl vaadine kanan Kırımlı prens ve asilzâdeler, karşı koymamayı kararlaştırdılar. Hanın Ortaçağ düzenindeki atlı ordusu ve Osmanlı birlikleri yetişmeden, Kırım'ı teslim ettiler. Bu, Rusya'nın ilk zaferidir.
1774'de imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım müstakil oldu. Ancak dinî bakımdan İstanbul'daki halifeye bağlı kalacaktı. Seçilen hanın ismi, usulen İstanbul'a bildirilecek; tayini güya padişah yapacaktı. Ayrıca Kırım'daki kadı, müftü, imam ve vakıfları İstanbul tayin ve kontrol edecekti. Osmanlıların, padişahın dünya müslümanlarının ruhanî lideri olduğu yönündeki iddiaya Rusları inandırması, Kırımla irtibatı devam ettirmek ve belki birgün tekrar ele geçirmek içindi. Kırım'dan başka kaybedilen bir yer olmamasına rağmen, Osmanlı tarihinin en feci anlaşmalarından biri sayılır. İlk defa ahalisinin tamamı müslüman olan eski bir İslâm toprağı elden çıkıyordu. Osmanlı Devleti, büyük devletler arasındaki yerini Rusya'ya vererek 4. sıraya düştü.
Kırım elden çıktıktan sonra neler yaşadı? Bugün Kırım'da neler olabilir? Onu da inşallah yarın ele alalım.