AB'nin temel ilkelerinden biri verilen söze sadakattir. Bazı liderler tarafından bu sadakat çiğnenmiş Türkiye için yeni şartlar ortaya çıkarılmıştır.
Başbakan Erdoğan, ''Şu anda AB üyesi ülkelerin birçoğu var ki Türkiye'nin ne ekonomik durumuyla, ne hak ve özgürlükler noktasındaki durumuyla mukayese edilemeyecek kadar geridedir. AB müktesebatıyla uygunluk noktasında yakından uzaktan alakası yoktur. İdeolojik yaklaşımlarla bunlar AB'ye alınmıştır'' dedi.
Erdoğan konuşmasının başında, Avrupa'nın en köklü bilim yuvalarından biri olduğunu söylediği ELTE Üniversitesi’nin, yetiştirdiği bilim insanlarından dördünün Nobel'e layık görüldüğünü ve Cumhurbaşkanı Janos Ader'in de bu üniversiteden mezun olduğunu belirterek, böylesine seçkin bir gruba hitap etmekten memnuniyet duyduğunu ifade etti.
ELTE Üniversitesi'nin Türkiye için çok ayrı bir yeri olduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan, geleceğe yönelik atılabilecek ortak adımlar olduğunu söyledi. Erdoğan, “1870 yılında kurulan ELTE Türkoloji Bölümü bu alanda dünyanın en eski akademik kurumu olmanın yanında Türk Dili ve Kültürü çalışmalarında da özel bir konuma sahip bulunuyor. Bölüm, dünya çapında çok değerli bilim adamları ve bu bilim adamlarının dünyanın değişik yerlerindeki temsil kabiliyetiyle bir farklılık ortaya koymuştur, Türkoloji'nin gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır” dedi.
Türkçe ve Macarca konusunda uzun yıllardır devam eden akademik bir tartışma olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, kimi dil bilimcilere göre Türkçe ve Macarca'nın ortak kökenlere sahip iki dil olduğunu söyledi. Erdoğan, iki dildeki bazı temel kelimelere bakıldığında bu ortaklığın net olarak ortaya çıktığını belirterek, “yer-ter, arslan-oroslan, tarla-tarlo, elma-alma, çadır-şator, sevgi-semni, ana-anya” gibi kelimelerin, iki dil arasında ortak bir tarih noktasında önemli ipuçları verdiğini dile getirdi.
Türkiye ile Macaristan arasındaki bağların sadece tarihin eski zamanlarından ibaret olmadığını söyleyen Erdoğan, ''Son yüzyıllarda Türkiye ve Macaristan ortak bir tarihi paylaştı. Kültürel anlamda büyük bir etkileşim yaşadı. İstanbul'un fethinde Fatih Sultan Mehmet'in ordusunda topçu ustası olarak çalışan Urban usta bir Macardı. 1727 yılında ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika bir Macardı. Türk itfaiyeciliğinin öncüsü kabul edilen, yarım yüzyıla yakın bir süre İstanbul itfaiyesini yönetmiş ve ebedi istirahatgahı da İstanbul'da bulunan Kont Ödön Seçenyi veya Türkçe deyişle Seçenyi Paşa bir Macardı'' ifadelerini kullandı.
“SURİYELİ KARDEŞLERİMİZE KAPILARI KAPATMAYACAĞIZ”
Suriye'de kanlı çarpışmalar yaşandığına dikkat çeken Erdoğan, ''Suriye diktatörü Esad ve onun gayrı meşru rejimi, Suriye'de şu ana kadar 60 binden fazla insanın ölümüne, 1 milyonu aşkın insanın da ülkelerini terk etmesine, göç etmesine sebep oldu. 911 kilometre sınırı paylaştığımız Suriye ve oradan ülkemize göç eden, iltica eden insanların sayısı yaklaşık 230 bine ulaşmıştır” dedi.
Erdoğan sözlerine şöyle devam etti:
“Bunların şuanda 165 bini çadır kentlerde, konteyner kentlerde yaşamaktadır. Biz açık kapı politikasıyla asla Suriyeli kardeşlerimize bu kapıları kapatmayacağız, kapatmıyoruz ve onlar geldikçe yer bulma gayretiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”
Türkiye'nin Suriyeli göçmenlere sahip çıkmasının zaman zaman eleştirildiğini dile getiren Erdoğan, “Oysa yerinden yurdundan edilmiş muhtaçlara sahip çıkmak bizim kültürümüzde, bizim tarihimizde çok ama çok önemli bir yere sahiptir. Yaklaşık 500 yıl önce İspanya'dan zorla göç ettirilen Musevilere Osmanlı sahip çıkmış ve yüzlerce yıl boyunca kucak açmıştır. Kuzey Irak'tan Saddam Hüseyin'in kimyasal silahlarından kaçan yüz binlerce Kürt aynı şekilde Türkiye'ye sığınmış güvenlik altında tutulmuştur “ diye konuştu.
Avrupa’dan Türkiye'ye sığınan birçok halk ve liderin de aynı şekilde Türkiye'nin koruması altında olduğunu söyleyen Erdoğan, Macaristan'ın bağımsızlığı için mücadele veren 2. Ferenç Rakoçi'nin bunlardan biri olduğunu ve ömrünün son 20 yılını geçirdiği Tekirdağ'daki evinin bugün müze olarak kullanıldığını belirtti.
Koşut Layoş'un 1848 yılında beraberinde binlerce sığınmacıyla Osmanlı topraklarına geldiğini de anlatan Başbakan Erdoğan, Sultan Abdülmecid'in, Layoş'u kendisinden geri isteyenlere, “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat devletime sığınanları asla geri vermem” dediğini ve Kütahya'da kalan Layoş'un Macaristan'ın o dönemdeki yeni anayasasını hazırladığını söyledi. Erdoğan, Layoş’un Kütahya’daki evinin de müze olarak muhafaza edildiğini ifade etti.
"MACARİSTAN'IN TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİK SÜRECİNE VERDİĞİ DESTEK ÇOK ÖNEMLİ"
“Tarih, ortak acıları ders alarak geride bırakabilen gözünü ve kalbini geleceğe çevirebilen ve böylece savaşlardan sonra kalıcı dostluklar kurabilen milletlerin gelişerek yükseldiğini gösteriyor. Açıkçası Türkiye ve Macar halkları bunu başarmıştır" diye konuşan Erdoğan, tarihte zaman zaman karşı karşıya gelmiş olsalar da Türkiye ile Macaristan arasında yüzyıllara dayanan bir dostluk ve dayanışma olduğunu söyledi.
Türkiye'nin, Macaristan'ın NATO, AB ve diğer Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesini başından itibaren desteklediğini ifade eden Erdoğan, “1956 yılında başlattığı özgürlük ve demokrasi mücadelesini kazanan dost Macar halkının bugün uluslararası toplumda hak ettiği seçkin yeri almış olması bizler için memnuniyet vesilesidir” dedi.
Erdoğan, şöyle devam etti:
“Bu dayanışma çerçevesinde Macaristan'ın ülkemizin AB üyelik sürecine verdiği desteğin de bizler için çok değerli olduğunu söylemek istiyorum. Ancak bu noktada maalesef üzülerek ifade etmek isterim ki Macaristan'ın gösterdiği bu yapıcı yaklaşımı Avrupa Birliği geneli için söylemek mümkün değildir. Zira 2005 yılında başlayan müzakere sürecimizdeki tıkanıklık bazı üyelerin karşımıza çıkardığı siyasi engeller nedeniyle hala devam ediyor. Avrupa Birliği'nin temel ilkelerinden biri, sizlerin de bildiği gibi; verilen söze sadakattir yani ahde vefa kuralı vardır. Ne yazık ki bazı liderler tarafından bu sadakat çiğnenmiş, Türkiye için müzakere sürecinde yeni şartlar ortaya çıkarılmıştır.”
“KIBRIS DİYE BİR DEVLET YOKTUR”
“Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne alırlar veya almazlar önemli değil ama bir gerçeği bilmenizi istiyorum” diyen Erdoğan, şunları söyledi:
“Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne müracaatı 1959 yılıdır. Resmi müracaat 1963'tür. Yani 50 yıl. Avrupa Birliği üyelerinin hiçbirine böyle bir uygulama gösterilmemiştir. Sadece Türkiye'ye yönelik böyle bir yaklaşım tarzı vardır. Şu anda Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birçoğu var ki; Türkiye'nin ne ekonomik durumuyla, ne hak ve özgürlükler noktasındaki durumuyla mukayese edilemeyecek kadar geridedir. Avrupa Birliği müktesebatına uygunluk noktasında yakından uzaktan alakası yoktur. İdeolojik yaklaşımlarla bunlar Avrupa Birliği'ne alınmıştır. Bunlardan bir tanesi Güney Kıbrıs'tır. Bir defa Güney Kıbrıs devlet değildir. Güney Kıbrıs bir yönetimdir. Zira Birleşmiş Milletler'in şu anda güvenlik güçlerinin olduğu bir adada, ki Macaristan'ın da orada şu anda askerleri vardır. Bunu nasıl oluyor da Kıbrıs olarak takdim ediyorsunuz. Kıbrıs diye bir ülke yok. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi var. Çünkü bir yeşil hat var, yeşil hattın kuzeyinde de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. İslam İşbirliği Teşkilatı'nda bunun yeni adı Kıbrıs Türk Devleti'dir. Ki Kofi Annan planındaki isimdir bu isim.”
Annan planı önlerine getirildiğinde, “Biz her zaman önde olacağız ama Rumlar geride kalacak” dediğini ifade eden Erdoğan, imza aşamasında Yunanistan Başbakanı Karamalnis'in erteleme teklifini “sözümden geri adım atmam” diyerek kabul etmediğini ve imzaların atılarak referanduma gidildiğini anlattı.
Referandumla ilgili Annan ve Avrupa Birliği'ne “Biz sözümüzde dururuz ama Güney Kıbrıs sözünde durmazsa onlara yaptırımınız ne olur” diye sorduğunda, “Hiç endişe etmeyin” dediklerini dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
“Referandumda yüzde 65 Kuzey Kıbrıs 'evet' dedi Annan planına, Güney Kıbrıs yüzde 76 'hayır' dedi. 'Hayır' dediği halde AB ödüllendirdi ve kalktılar Güney Kıbrıs'ı Avrupa Birliği'ne üye olarak aldılar. Şimdi soruyorum, bu nasıl bir ahde vefadır? Bu ideolojik bir yaklaşım değil de nedir? Böyle bir yaklaşım sağlıklı olabilir mi? Sayın Schröder'in kendi hatıratında çok ilginç bir tespiti vardır; ‘Türklere ahlaksızlık yapıldı’ diyor o tespitinde. Merkel'in aynı şekilde açıklaması var ama şimdi söylediğine de herhalde pişmandır. Diyor ki; ‘Güney Kıbrıs'ı almakla yanlış yaptık. Çünkü müktesebata ters ama aldılar. Şimdi de bedel ödüyorlar. Hristofyas geçenlerde ne dedi? ‘İflas ettik’ dedi. Böyle bir şeyden başka bir şey bekleyemezsin ki. Devamlı bunlara destek vermek suretiyle bunları ayakta mı tutacaksınız?
Kıbrıs diye bir devlet yoktur. Bunu biz zaten tanımıyoruz. Ama başından itibaren hep söylenen bir şey vardı; iki devletli bir yapı. Hep bu söylenmiştir ama o iki devletli yapıyı da söyleyenler maalesef sahiplenmiyorlar.”
Bütün bunlara rağmen Avrupa Birliği üyelik sürecinin Türkiye için stratejik bir önemi olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Ama nereye kadar? Tabii ki bir yere kadar. Bir yerden sonra artık biz de kararımızı vereceğiz” dedi.